9 Mayıs 2013 Perşembe

Zehirden Şifa

Ülkemizdeki sayılı araknologlardan (örümcek bilimcilerden) olan Kadir Boğaç Kunt ile farmakognozinin aslında ne kadar geniş bir bilim olduğu üzerine konuşmuştuk bizi evlerinde misafir ettikleri gün. O, hayvan toksinleri üzerine çalışan bir araştırmacının büyük buluşlara imza atabileceği, ülkemizdeki biyolojik çeşitliliğin bu açıdan pek de fazla değerlendirilmediğini düşünüyordu -ki bence sonuna kadar haklı. 

Her geçen gün, ülkemizdeki akrep, yılan, örümcek türlerine ve deniz canlılarına keşfedilen yenileri eklenirken, onların ürettikleri maddeler hakkında pek de fazla bilgi sahibi olduğum/olduğumuz söylenemez sanırım. Bir öğle yemeği sonrası okulumuz Farmakoloji kürsüsünden Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu ile yine bu konu üzerinde konuşmuştuk. Hocam, asistanlığının ilk yıllarında İzmir'de yaptığı dalışlardan çıkardığı, bir çoğumuzun adını bile bilmediği deniz canlıları ile çalışmış. Bu canlıların, hayvan dokularında kasılma-gevşeme cevaplarını saf maddelerden bile şiddetli değiştirdiğini  görmüş. Hocanın yıllar sonra bunları heyecanla hatırlaması, bana anlatması çok ilginçti. Bence de konu çok renkli ve gelecek vaadediyor... Geçenlerde National Geographic dergisinde karşıma çıkan yazı da tam bu konulardan bahsediyor. Sizin için biraz özetledim: 

Ailesiyle birlikte Meksika, Guerrero’da tatil yapan Michael yüzmeye karar verir. Hava cehennem gibi sıcaktır. Mayosunu kuruması için bıraktığı sandalyeden alıp üzerine geçirir. Havuza atlar, serinliğin verdiği rahatlama hissinin aksine, uyluğunun arkasından yükselen yakıcı bir acı sarar bedenini. Mayosunu sıyırıp attığında alev gibi yanan bir bacakla havuzdan dışarı fırlar. O sırada suda küçük, sarı bir yaratık ilerlemektedir. Onu bir kabın içine koyup Michael'i apar topar en yakın sağlık kurumuna götürürler. Klinik doktorları saldırganı hemen tanır: Kuzey Amerika’daki en zehirli türlerden biri olan Arizona akrebi Centruroides sculpturatus...


İncelenmeyi bekleyen 20 milyon hayvansal kaynaklı toksin olabilir.” Zoltan Takacs... Jameson mambasının içi boş sivri dişleri, solunum durmasına ve insanlarda birkaç saat içinde ölüme yol açan toksinler içeriyor. 

Patikada pusu kuran, bodrumda ya da odun yığınlarının altında saklanan yaratıkların dişlerinden ve iğnelerinden akan zehir, doğanın en etkili ölüm aracı. Zehir, bedenin işleyişini anında durdurmaya yönelik olarak mükemmel biçimde geliştirilmiş. Bu karmaşık sıvının içinde, zehirli proteinler ve protein benzeri kısa aminoasit zincirleri dolaşıyor. Moleküllerin farklı hedefleri ve etkileri olsa da öldürücü darbeyi indirmek için birlikte hareket ediyorlar. Bazıları sinir sistemine saldırıyor, sinirlerle kaslar arasındaki iletişimi engelleyerek kurbanı paralize ediyor. Bazıları da hayatsal molekülleri yok ederek hücrelerin ve dokuların çökmesine neden oluyor. Zehir, kanı pıhtılaştırıp kalbi durdurarak ya da pıhtılaşmayı önleyip tehlikeli bir kanamaya yol açarak ölüme neden olabiliyor...

Vietnam kırsalındaki evinde uyurken zehirli bir krait yılanı tarafından sokulan Can Van Thanh, hastaneside paralize (felçli) halde yatıyor. Hasta Takacs’ın ekibinin Tayland’dan panzehir getirtmesinden sonra kurtulmuş.

Hayvanlarda ve bitkilerde bulunan toksinler, bize bedenin önemli hücresel fonksiyonlarını denetleyen proteinlerin işleyişi konusunda da net bir görüntü sunar. Örneğin balon balığının öldürücü zehri tetrodotoksin (TTX) üzerinde yapılan araştırmalar, sinir hücrelerinin iletişim biçimleri konusundaki ayrıntıları ortaya çıkardı.

Hawaii Üniversitesi’nden Angel Yanagihara, “İnsanların acısını azaltmak için yeni bileşimler bulmak üzere motive olmuş durumdayız,” diyor. “Ama bu tür bir çalışma yürütürken umulmadık şeyler de ortaya çıkarabiliyorsunuz.”15 yıl önce kutu denizanası tarafından çarpılmasının öcünü almak amacıyla da harekete geçen Yanagihara, denizanası zehrini barındıran tüpçüklerde yaraları iyileştirme potansiyeline sahip bir madde keşfetmiş. “Zehrin kendisiyle hiçbir ilgisi yok,” diyor. “Zehirli bir hayvanla yakınlaşmam sayesinde umduğumdan çok daha fazla bilgiye sahip oldum ben...”

Zehir kaynaklı tedavi yeni bir fikir değil. Örneğin MS 2. yüzyıla ait Sanskrit metinlerinde görülüyor. MÖ 67 civarında, Roma’nın düşmanı olan ve toksikoloji konusuyla amatörce uğraşan Pontus Kralı VI. Mitridat’ın, yaralarına bozkır engereği zehri süren şamanlar tarafından savaş meydanında iki kere kurtarıldığına inanılıyor. Kristalize edilmiş yılan zehri günümüzde Azerbaycan için tıbbi bir ihracat kalemi. Geleneksel Çin ve Hint tıbbında yüzlerce yıldır kullanılan Kobra zehri, homeopatik ağrı kesici olarak 1830’larda Batı dünyasına girdi.

Toksikolog Takacs, Fiji sularında sarı dudaklı deniz krait yılanını yakalıyor. Bu yılanın zehri, avı olan güçlü ve hızlı yılan balığını paralize ederek kaçmaktan alıkoyuyor.

Hayvan zehirlerini bir sağaltım yoluna dönüştürme bilimi, 1960’larda, İngiliz klinik tedavi uzmanı Hugh Alistair Reid’in Malezya engereği zehrinin derin ven trombozu (bacak toplardamarında pıhtılaşma) durumlarında kullanılabileceğini önermesiyle başladı. Reid, yılanın toksinlerinden biri olan ancrod isimli proteinin, fibrin proteinini kandan çekerek pıhtılaşmayı önlediğini keşfetmişti. Engerek zehrinden elde edilen pıhtı çözücü ilaç Arvin, Avrupa’daki hastanelere 1968 yılında ulaştı. Bugün Arvin’in yerini yılan zehrinden yapılan pıhtılaşmayı önleyen başka maddeler almış durumda. 

Günümüzde yüksek tansiyona karşı yaygın kullanımda olan ACE (anjiyotensin dönüştürücü enzim) inhibitörü ilaç sınıfıysa 1970’lerde Brezilya engereğinin zehrinden geliştirildi. Araştırmacılar, bu yılanlar tarafından sokulan muz bahçesi çalışanlarının tansiyonlarının düşerek bayılma nedenlerini araştırmaya başlamış, daha sonra zehirde basınç düşürücü önemli bir bileşeni ortaya çıkarmıştı. Ancak ilaç şirketi yöneticilerini, yılanın dişlerinden gelen bir maddenin insan hayatını kurtaracağı konusunda ikna etmeleri gerekti. Ayrıca zehrin bir hapın içine koyulup hastalara verilmesi imkânsızdı. Yararlı bileşenlerinin moleküler düzeyde ayarlanması, boyutunun değiştirilmesi ve insan sindirim sisteminin gücüyle başa çıkması için üzerinde oynanması gerekiyordu. Sonuçta sentetik versiyonlardan biri insan üzerinde denendi ve 1975’te ağızdan alınan ilk yüksek tansiyon ilacı Captopril kullanıma girdi. Öncülüğü Captopril tarafından yapılan ACE inhibitörü sınıfı ilaçlar günümüzde tüm dünyada on milyonlarca insanın tedavisinde kullanılıyor, satışları milyarlarca dolara ulaşıyor...

Moleküler biyoloji gibi alanlarda yaşanan gelişmeler, uzmanlara zehirleri ve hedeflerini anlama konusunda daha iyi yollar sunmaya devam ediyor. Bir zamanlar, şansa bel bağlamış durumda olan ilaç şirketleri zehrin etkilerini saptamak için binlerce bileşeni incelerken, günümüzün Toksin Tasarlayıcılığı gibi ileri teknoloji seçenekleri daha kesin ayrıntılar veriyor, spesifik moleküler kilitlere oturan tıbbi anahtarları şekillendirmeyi kolaylaştırıyor. Bu da, kahverengi yılanın zehrinden elde edilen kanamayı durdurucu bir spreyin yakın gelecekte kaza yerlerinde yaşam kurtaracağı ve mamba yılanındaki bir peptidin bir gün kalp hastalığını tedavi edeceği anlamına geliyor.

Pasifik resifinde taş balığını görmek zor ama ondan uzak durmak önemli. Sırtındaki dikenlerden çıkan zehir öldürmese de acısı öyle büyük ki, kendinizi etkilenen kol ya da bacağın kesilmesi için yalvarırken bulmanız mümkün.

Hayvan zehrinin tıbbi gücü Zoltan Takacs’ın yinelemekten bıkmadığı gibi “akıllara durgunluk verici.” Ancak bu gücün kaynaklarını, toksinlerin sunduğu bu olanakları tanımlayabilme hızımızdan daha çabuk kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Yılanlar, dünyanın farklı köşelerinde farklı yaşam şekillerine uyum sağlarken aynı zamanda birbirlerinden çok farklı zehirleri de evrimleştirdiler. Ama diğer birçok hayvan gibi yılanların da sayısı giderek azalıyor. Okyanuslar da baskı altında; kimyasal yapılarının değişmesi koni kabuklu salyangozdan ahtapota kadar umut vaat eden zehir kaynaklarının yok olmasına yol açabilir.

Takacs, “Yeryüzündeki biyolojik çeşitliliği koruyarak moleküler biyolojik çeşitliliğin değerini çok daha iyi anlayabiliriz,” diyor. Bu da korumacılık alanında verilen kararlarda doğanın en ölümcül zehirlerindeki molekülleri gündemde üst sıralara oturtacak. Ve böylece çok hayat kurtulacak.

*Jennifer S. Holland’ın kaleme aldığı, Mattias Klum’un objektitifinden kareler içeren ‘Şifalı Zehir’ adlı yazının tümünü National Geographic’in Şubat 2013 sayısında okuyabilirsiniz

7 Mayıs 2013 Salı

İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi Taşınacak Mı?


Dün gece aile dostumuz Kadir Boğaç Kunt'un benimle paylaştığı gazete haberine çok üzüldüm. 76 yaşındaki İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi'nin taşınması bence yok olması anlamına geliyor. Umarım taşınma sadece söylenti olarak kalır... Sizleri de haberdar etmek için haberin tamamını ekliyorum:

Atatürk’ün davetiyle Nazi zulmünden kaçarak Türkiye gelen Alman bilim adamı Ord. Prof. Dr. Alfred Heilbronn’un 76 yıl önce kurduğu tarihi İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi’nde taşınma endişesi yaşanıyor. İ.Ü. Rektörü Prof. Dr.Yunus Söylet‘in, eskiden Şeyhülislamlık olarak kullanılan alana yönelik Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir talebinin olduğunu açıklaması botanikçileri kaygılandırdı. Botanikçiler, “Bitkilerin taşınacakları ortama uyum sağlamaları çok zor. Botanik bahçeleri savaşta bile bombalanmazken bahçenin bu şekilde zarar görmesi düşünülemez” diyor.

İ.Ü Fen Fakültesi’ne bağlı Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’nde taşınma tedirginliği yaşanıyor. Taşınmayı gündeme getiren ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarihi talebi oldu. Rektör Yunus Söylet, geçtiğimiz günlerde katılıdığı bir televizyon programında bu talebi doğruladı ve şunları söyledi; “6 ay kadar önce Diyanet İşleri Başkanımız geldi ve ilk defa gördüğüm bir tarihi fotoğrafçıkardı. Hakikaten orası eski Şeyhülislamlık. Duvarlarıyla ve bahçesiyle.(...) Bir formül üzerinde çalışıyoruz. Henüz detaylı konuşmadık ama orada bir talep var, bu talebin haklı yönleri var.” Söylet, “Bir şekilde taşınacak diyorsunuz?” sorusunda da, “Böyle bir ihtimal var evet; hiç yok diyemeyeceğim” yanıtını verdi.


4 bin çeşit bitki
Bu ifadeler üzerine taşınma korkusunun yaşandığı tarihi bahçeye gittik. Süleymaniye Camii’nin yanı başında yaklaşık 18 dönümlük bir arazide kurulu bahçede, 4 bin çeşit bitki yer alıyor. Türkiye’nin ilk botanik bahçesi olma özelliğini taşıyan bahçe, endemik birçok bitki türünün korunması açısından da büyük önem taşıyor. Hamburg Üniversitesi’nden bağış yoluyla tropik ve subtropik ülkelerin bitkilerinin yetiştirildiği bahçeye, 390 adet egzotik bitkinin yanı sıra 185 milyon yıllık tarihe sahip Çin Mabet Ağacı ile 300 milyon yıllık tarihe sahip Sago Palmiyesi eşsiz bir güzellik katıyor.


Uyum sağlayamazlar
Bahçe Sorumlusu Yrd. Doç. Dr. Erdal Üzen, taşınmanın birçok bitki türü için bir son olacağını şu sözlerle dile getiriyor: “Bahçemizde kaybolan türleri birarada tutmaya çalışıyoruz. Türkiye’deki 11 bine yakın bitki türünün 4 bini bahçemizde bulunuyor. Şu an Hakkari’de artık olmayan bir bitki zamanında hocalarımız tarafından bahçemize dikildiği için burada yaşamını sürdürmekte. Botanik bahçesi olarak kaybolmaya yüz olan bitkileri korumak zorundayız. Bu bitkilerin başka yere taşınması çok zor. Çünkü bu bitkilerin taşınacakları ortama adapte olmaları mümkün değil. Savaşta bile bombalanmayarak hassasiyet gösterilen botanik bahçelerinin bu şekilde taşınması ve hasar görmesi, önemli bitkilerin kaybedilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez.”

Tahrip olabilir 
Ege Üniversitesi Bahçe Bitkileri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Ercan Özzambak da botanik bahçelerinin genetik kaynaklar olduğuna dikkat çekerek, taşınmanın bitki türlerine zarar vereceği görüşünde. Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi Müdürü Prof. Dr. Adil Güner ise İ.Ü. Botanik Bahçesi’nin tarihi değeri olduğuna vurgu yaparak şunları söylüyor: “Avrupa bahçeciliği bizden öğrenmesine rağmen zamanla öne geçti. Çalışmaya devam etmeliyiz. Bahçenin korunması ve fonksiyonunun artırılarak işlevini sürdürmesi gerekiyor. Taşınırsa tahribat yaşanabilir.”


Bahçeye ismi verildi
Fen Fakültesinin Biyoloji, o zamanki adı ile “Nebatat ve Hayvanat Enstitü”leri için yeni bir bina gerekli olunca Süleymaniye’de İstanbul Müftülüğü’nün bahçesindeki, bir yangın sonucu kullanılamaz hale gelen, İstanbul Kız Sultanisi’nin arsası üzerinde bir binanın yapılmasına karar verildi. Botanik bahçesi 4 Haziran 1937’de hizmete açıldı. Bahçede büyük emeği geçen bilimadamı Alfred Heilbronn anısına Üniversitenin 70. yılında botanik bahçesine “İstanbul Üniversitesi, Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi” adı verildi. Bahçe mesai saatleri içerisinde gezilebiliyor. 

AYŞE SORUCU (www.milliyet.com.tr 06.05.2013)

Bahçe hakkında daha fazla bilgi ve bahçedeki türler için:
http://www.istanbul.edu.tr/fen/botanik-bahcesi.php
İngilizce bilgiler için:
http://www.coimbra-group.eu/uploads/2012/Istanbul-Botanical%20Garden.pdf
Harita ve iletişim bilgileri için:
http://istanbulforkids.com/konu-basliklari/2012/2123/2123/

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Asuman Baytop ve Turhan Baytop

İstanbul Ünv.'deki Türk Eczacılık Tarihi Müzesi'nden
Ülkemizde yapılan farmasötik botanik ve farmakognozi yayınlarını ve kitaplarını karıştırırken çok sık rastlayacağınız isimlerden ikisi Asuman ve Turhan Baytop olacaktır. 

Onlar; bilim dünyasına kazandırdıkları yeni türler, içinde bulundukları şartlara rağmen ürettikleri kapsamlı çalışmalar ile ülkemizi gururlanmış akademisyenler... Öğrencilerinin ufkunu açmış,  değerli bilim insanlarının yetişmesine vesile olmuş, hayatlarını bilim ve doğa aşkıyla dolu geçirmiş, bizlere örnek olan iki değerli insan... Kitaplığımın en güzel yerinde duran sık sık açıp baktığım  (Türkiye'de Bitkilerle Tedavi, Türkçe Bitki Adları Sözlüğü, Türkiye'de Botanik Tarihi Araştırmaları, Anadolu Dağları'nda 50 Yıl, Türkiye Eczacılık Tarihi Araştırmaları gibi) bir çok kitabın yazarları...

               

Bu sabah, (onların izinden giden kızları) sayın Feza Günergun'un kaleminden anne ve babasının hayat hikayesini okudum. Bu makaleleri sizlerle de paylaşmak istedim. Benim 2002 yılında vefaat eden Turhan Hoca ile tanışma şansım malesef olmadı. Asuman Hoca'yı ise ilk defa İstanbul'da düzenlenen Farmakognozinin 50. Yılı Kutlama Toplantısı'na katıldığımda görmüş, tanımış ve gururlanmıştım. 


Güncel Not: Sayın Asuman Baytop 18 Şubat 2015 günü vefaat etmiştir. Ülkemiz bilimi için çok değerli iki isim olan Baytop'ları saygıyla anıyor, eserleri ve yetiştirdiği öğrencileri ile adlarının hep yaşayacağını belirtmek istiyorum...


Asuman Baytop:

http://www.journals.istanbul.edu.tr/iuoba/article/download/1023009014/1023008365

2 Mayıs 2013 Perşembe

Takviye Edici Gıdalarla İlgili Yönetmelik

Takviye edici gıdalar onay alınmadan üretilemeyecek, işlenemeyecek, ithalatı yapılamayacak ve piyasaya arz edilemeyecek. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nca hazırlanan "Takviye Edici Gıdaların İthalatı, Üretimi, İşlenmesi ve Piyasaya Arzına İlişkin Yönetmelik", Resmi Gazete'nin bugünkü (02.05.2013) sayısında yayımlandı.



Yayım tarihinden itibaren 3 ay sonra yürürlüğe girecek düzenlemeyle takviye edici gıdaların ithalatı, üretimi, işlenmesi ve piyasaya arzına ilişkin usul ve esaslar belirlendi. Buna göre, takviye edici gıdalar onay alınmadan üretilemeyecek, işlenemeyecek, ithalatı yapılamayacak ve piyasaya arz edilemeyecek. 

Onaylanan takviye edici gıdaların listesi ile bu gıdaları üreten, işleyen ve ithal eden gıda işletmeleri, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının resmi internet sitesinde güncellenerek yayınlanacak.

Düzenlemeyle Takviye Edici Gıda Komisyonu (TEGK) ve Uzman Veri Tabanı oluşturulacak. TEGK, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'ndan 6, Sağlık Bakanlığı'ndan 3 temsilci, her iki Bakanlıkça ayrı ayrı seçilecek 3'er bilim insanı olmak üzere takviye edici gıda konusunda deneyimli 15 üyeden oluşacak. 

Bakanlık, yönetmelik kapsamında TEGK'nin yapacağı çalışmalarına uzman desteği sağlamak amacıyla uzmanların uzmanlık alanlarını ve iletişim bilgilerini içeren verilerin yer aldığı Takviye Edici Gıda Uzman Veri Tabanı oluşturacak. 

Bakanlık, ithal edilen, üretilen, işlenen ve piyasaya arz edilen herhangi bir takviye edici gıdanın insan sağlığı üzerinde zararlı bir etkisinin olması ihtimalinin belirmesi, bilimsel belirsizliklerin devam etmesi ve mevcut tedbirlerin yetersiz kalması durumunda, kapsamlı bir risk değerlendirmesine imkan sağlayacak daha fazla bilimsel veri elde edilinceye kadar geçici olarak üretimin veya ülkeye girişin durdurulması, piyasaya arzının ve kullanımının yasaklanması, tüketiminin engellenmesi ve toplatılması gibi ihtiyati tedbirlere başvurabilecek.

Takviye edici gıdalar, ''Normal beslenmeyi takviye etmek amacıyla, vitamin, mineral, protein, karbonhidrat, lif, yağ asidi, amino asitler gibi besin ögelerinin veya bunların dışında besleyici veya fizyolojik etkileri olan bitki, bitkisel kaynaklı maddeler, biyoaktif maddeler ve benzeri maddelerin konsantre veya ekstrelerinin tek başına veya karışımlarının, kapsül, tablet, pastil, tek kullanımlık toz paket, sıvı ampul, damlalıklı şişe ve diğer benzer sıvı veya toz formlarda hazırlanarak doz halinde sunulan ürün'' olarak tanımlanıyor.
A.A