Düşündüm de 10 seneden fazla olmuş, en son alıcı ağacından koparıp yiyeli. Üniversite yılları olsa gerek yine. Ankaralı kuş gözlemcilerle toplanmışız, mevsim sonbahar. Buluşma noktası Etlik garajı, istikamet Kızılcahamam. Otobüsten inip Kızılcahamam'dan Soğuksu Milli Parkı'na giden yola düşüyoruz. O zamanlar milli parka belediye el atmamış daha, çok da kalabalık değil belki havalar soğumaya başladığından. Klasik yoldan değil ilk çeşmenin arkasındaki yamaçtan tırmanmaya başlıyoruz gözlem çardağının bulunduğu, akbaba izleme noktasına doğru. Orman muhteşem, yapraklar dökülmeye başlamış, üç çiçekli beyazımsı-pembe kocaman çiçekleri olan çiğdemler ve çeşit çeşit mantarlar var yerlerde... Tırmanış, gözlem, akbabalar, (Çağlar ve benim) yanımda olan Barbaros Demirci, Dicle Tuğba Kılıç, adını hatırlamadığım diğer kuşçular... Ama aklımda en çok kalan o ağaçlardan topladığımız sarı-turuncu alıçlar... Ankara dağlarında, çayır-orman hattında doğal yayılış gösteren o harika meyve... Ankara'da büyümüş bir çocuk olarak aklıma hemen ilkokulumun (Sarar İlkokulu, Sıhhıye'dedir) ve lisemin (Atatürk Lisesi, yine Sıhhıye'de) önünde her sonbahar ipe dizilmiş olarak satılan alıçların tadı geliyor.
Alıçlar Rosaceae (Gülgiller) familyasından; ülkemizde beyazdiken, ekşi muşmula (oysa hiç de ekşi değil tadı), geviş, yemiş isimleriyle bilinen çalımsı-ağaçlar. Latince Crataegus ismiyle adlandırılıyor. Bu ismin kaynağı Yunanca "Kratos" kelimesi, güç anlamına geliyor ki ağacın gövde odunu sert olduğu için bu ismi aldığı düşünülmüş. (Fitomed Dergisi'nin (www.fitomed.net) ilk sayısını karıştırdım okulda, burada aktaracağım bilgilerin bir kısmı oradan. İstanbul Ünv. Eczacılık Fak. Farmakognozi ABD'ndan Prof. Dr. Ali Hikmet Meriçli ve ekibinin alıçlarla ilgili birçok çalışması çıkıyor karşıma. Belirtmeden geçmek olmaz.) Ülkemizde 7'si endemik 20 taksonu doğal olarak yetişiyor, literatürlerden gördüğüm kadarıyla bol bol da hibritleri var alıçların...
Tarihte alıcın izlerini aradığımızda, yazılı ilk kayıtlar 16.-17. yüzyıllara denk geliyor. Meyvenin astrenjan olarak kullanıldığı bilgisine rastlıyoruz. Anadolu'da yüzyıllardır yetiştiği bilinen bitkinin daha çok meyve olarak kullanımı mevcut, halk ilacı olarak kullanımına pek rastlamıyoruz.
Tasavvuf Kültüründe Üç Meyve isimli (F. Halıcı) kitapta alıçla ilgili bir kıssa anlatılıyor: "Yunus Emre, Anadolu'yu kasıp kavuran bir kıtlık döneminde Hacı Bektaş-ı Veli'nin kapısına varır. Kıtlığa rağmen, gelenek ve göreneklere uygun olarak, yanında çam sakızı çoban armağanı, bir heybe de alıç hediye getirmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli'ye durumu anlatırlar; o da adamlarına der ki: "Söyleyin o dervişe, bana sunacağı her ‘alıç’ına karşılık olarak ona bir nefes, bir himmet ve nasip vereyim"... Yunus Emre'ye söylerler; ancak, o, "Evde çoluk çocuk aç, buğday isterim" der. Bu cevap üzerine Hacı Bektaş-ı Veli tekrar haber gönderir: "Söyleyin o dervişe her 'alıç'ına karşı ona on nefes, on himmet ve nasip vereyim". Yunus Emre on misli çoğalan bu kısmeti de kabul etmez. İki çuval buğday verirler, hayvanına buğdayları yükler ve yola düşer. Yarım saat kadar gittikten sonra birden durumu kavrar, "Vay ben ne yaptım da buğdayları aldım; nefes, himmet ve nasip almalıydım" der ve yana yakıla geri döner. Hacı Bektaş-ı Veli'ye durumu anlatırlar, gülerek cevap verir: "Söyleyin kendisine, bizim kapımızda ona nefes, himmet ve nasip kısmet değildir. Varsın Taptuk Emre'ye gitsin." der. Bundan sonra Taptuk Emre'nin kapısına varan Yunus Emre orada "Yunus miskin çiğ idik, piştik Elhamdülillah." mertebelerine yükselecek duruma erişir."
Günümüzde genel olarak alıç meyveleri kabız, idrar arttırıcı; toprak üstü kısımlarından hazırlanan çay kalp ve dolaşım hastalıklarında ve çiçeklerden hazırlanan çay sedatif, spazm çözücü ve tansiyon düşürücü olarak kullanılıyor. 19. yüzyılın sonlarından bu yana bitkinin yaprak ve çiçeklerinin kalp-damar sistemi hastalıklarında kullanıldığını görüyoruz. Bu amaçla tedavide kullanıma yönelik preparatları ülkemizde değil ama yurt dışında çok sayıda mevcut. Bu preparatların yapımında C. laevigata ve C. oxyacantha tercih ediliyor. Alıç hem Türk Kodeksi'nde hem de Avrupa Farmakopesi'nde yer alan bitkilerden.
Alıçların yapısında; bolca flavonoit (viteksin, rutin, hiperozit türevleri), tanenin (epikateşin, kateşin türevleri, oligomerleri) yanı sıra triterpen ve fenolik asitler, aminler, ksantinler mevcut. Biyolojik olarak birçok etkisi var tabii; kalp kuvvetlendirici, kalp ritmini düzenleyici, tansiyon düşürücü, antioksidan ve damar kuvvetlendirici gibi. Bu konularda yapılmış klinik çalışmalar bile var.
Alıçlarla ilgili yayın ve kaynaklara bakarken Turhan Baytop hocanın "Bitkiler ile Tedavi" kitabına, Farmakognozi ve Fitoterapi Derneği'mizin çıkardığı monograf-"Tedavide Kullanılan Bitkiler" Kitabına da göz gezdirdim. Ayrıca bölümümüzde, üniversiteden sınıf arkadaşım Ecz. Beyza Özdeveci, Prof. Dr. İlkay Orhan danışmanlığında piyasadaki Crataegus preparatlarında etkili maddelerin miktar tayinini içeren bir tez çalışması yapmıştı. Konuyla ilgilenenler bu kaynaklara da göz atabilirler...
Bir de kalp yetmezliklerinde kullanılan Digitalis (yüksükotu) ile karşılaştırıldığını görüyorum Crataegus'un. Digitalis ciddi kalp yetmezliklerinde kullanılıyor, çabuk etki gösteriyor, doz aralığı dar ve bu sebeple tedaviye ara vermek bile gerekebiliyor. Oysa Crataegus hafif kalp yetmezliklerinde kullanılıyor, etkisi bir süre kullanıldıktan sonra görülüyor, doz aralığı geniş ve bu sebeple toksisite sorunu yaşanmıyor.
Eminim daha çok şey var söylenecek, ama şimdiden baya uzun bir yaz oldu bile...
En son bu sonbahar hatta tam tarih vermek gerekirse 1 Ekim'de (ailemle Konya'ya giderken) alıp doya doya yemiştim kırmızı-turuncu alıçları. Bazıları kurtluydu, ama olsundu; belki doğada kirlenmeden kalan nadir meyvelerdi onlar, pestisitsiz, ağır metalsiz. Belki gelecek sonbaharda dalından yeme şansım olur. Ne dersin Çağlar Orhan?
Bağımlısı olduğum bu bloğun yazarını gelecek sonbaharda alış yemeye götürmeye söz veriyorum.
YanıtlaSil:)