Ülkemizdeki sayılı araknologlardan (örümcek bilimcilerden) olan Kadir Boğaç Kunt ile farmakognozinin aslında ne kadar geniş bir bilim olduğu üzerine konuşmuştuk bizi evlerinde misafir ettikleri gün. O, hayvan toksinleri üzerine çalışan bir araştırmacının büyük buluşlara imza atabileceği, ülkemizdeki biyolojik çeşitliliğin bu açıdan pek de fazla değerlendirilmediğini düşünüyordu -ki bence sonuna kadar haklı.
Her geçen gün, ülkemizdeki akrep, yılan, örümcek türlerine ve deniz canlılarına keşfedilen yenileri eklenirken, onların ürettikleri maddeler hakkında pek de fazla bilgi sahibi olduğum/olduğumuz söylenemez sanırım. Bir öğle yemeği sonrası okulumuz Farmakoloji kürsüsünden Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu ile yine bu konu üzerinde konuşmuştuk. Hocam, asistanlığının ilk yıllarında İzmir'de yaptığı dalışlardan çıkardığı, bir çoğumuzun adını bile bilmediği deniz canlıları ile çalışmış. Bu canlıların, hayvan dokularında kasılma-gevşeme cevaplarını saf maddelerden bile şiddetli değiştirdiğini görmüş. Hocanın yıllar sonra bunları heyecanla hatırlaması, bana anlatması çok ilginçti. Bence de konu çok renkli ve gelecek vaadediyor... Geçenlerde National Geographic dergisinde karşıma çıkan yazı da tam bu konulardan bahsediyor. Sizin için biraz özetledim:
Ailesiyle birlikte Meksika, Guerrero’da tatil yapan Michael yüzmeye karar verir. Hava cehennem gibi sıcaktır. Mayosunu kuruması için bıraktığı sandalyeden alıp üzerine geçirir. Havuza atlar, serinliğin verdiği rahatlama hissinin aksine, uyluğunun arkasından yükselen yakıcı bir acı sarar bedenini. Mayosunu sıyırıp attığında alev gibi yanan bir bacakla havuzdan dışarı fırlar. O sırada suda küçük, sarı bir yaratık ilerlemektedir. Onu bir kabın içine koyup Michael'i apar topar en yakın sağlık kurumuna götürürler. Klinik doktorları saldırganı hemen tanır: Kuzey Amerika’daki en zehirli türlerden biri olan Arizona akrebi Centruroides sculpturatus...
“İncelenmeyi bekleyen 20 milyon hayvansal kaynaklı toksin olabilir.” Zoltan Takacs... Jameson mambasının içi boş sivri dişleri, solunum durmasına ve insanlarda birkaç saat içinde ölüme yol açan toksinler içeriyor.
Patikada pusu kuran, bodrumda ya da odun yığınlarının altında saklanan yaratıkların dişlerinden ve iğnelerinden akan zehir, doğanın en etkili ölüm aracı. Zehir, bedenin işleyişini anında durdurmaya yönelik olarak mükemmel biçimde geliştirilmiş. Bu karmaşık sıvının içinde, zehirli proteinler ve protein benzeri kısa aminoasit zincirleri dolaşıyor. Moleküllerin farklı hedefleri ve etkileri olsa da öldürücü darbeyi indirmek için birlikte hareket ediyorlar. Bazıları sinir sistemine saldırıyor, sinirlerle kaslar arasındaki iletişimi engelleyerek kurbanı paralize ediyor. Bazıları da hayatsal molekülleri yok ederek hücrelerin ve dokuların çökmesine neden oluyor. Zehir, kanı pıhtılaştırıp kalbi durdurarak ya da pıhtılaşmayı önleyip tehlikeli bir kanamaya yol açarak ölüme neden olabiliyor...
Vietnam kırsalındaki evinde uyurken zehirli bir krait yılanı tarafından sokulan Can Van Thanh, hastaneside paralize (felçli) halde yatıyor. Hasta Takacs’ın ekibinin Tayland’dan panzehir getirtmesinden sonra kurtulmuş.
Hayvanlarda ve bitkilerde bulunan toksinler, bize bedenin önemli hücresel fonksiyonlarını denetleyen proteinlerin işleyişi konusunda da net bir görüntü sunar. Örneğin balon balığının öldürücü zehri tetrodotoksin (TTX) üzerinde yapılan araştırmalar, sinir hücrelerinin iletişim biçimleri konusundaki ayrıntıları ortaya çıkardı.
Hawaii Üniversitesi’nden Angel Yanagihara, “İnsanların acısını azaltmak için yeni bileşimler bulmak üzere motive olmuş durumdayız,” diyor. “Ama bu tür bir çalışma yürütürken umulmadık şeyler de ortaya çıkarabiliyorsunuz.”15 yıl önce kutu denizanası tarafından çarpılmasının öcünü almak amacıyla da harekete geçen Yanagihara, denizanası zehrini barındıran tüpçüklerde yaraları iyileştirme potansiyeline sahip bir madde keşfetmiş. “Zehrin kendisiyle hiçbir ilgisi yok,” diyor. “Zehirli bir hayvanla yakınlaşmam sayesinde umduğumdan çok daha fazla bilgiye sahip oldum ben...”
Zehir kaynaklı tedavi yeni bir fikir değil. Örneğin MS 2. yüzyıla ait Sanskrit metinlerinde görülüyor. MÖ 67 civarında, Roma’nın düşmanı olan ve toksikoloji konusuyla amatörce uğraşan Pontus Kralı VI. Mitridat’ın, yaralarına bozkır engereği zehri süren şamanlar tarafından savaş meydanında iki kere kurtarıldığına inanılıyor. Kristalize edilmiş yılan zehri günümüzde Azerbaycan için tıbbi bir ihracat kalemi. Geleneksel Çin ve Hint tıbbında yüzlerce yıldır kullanılan Kobra zehri, homeopatik ağrı kesici olarak 1830’larda Batı dünyasına girdi.
Toksikolog Takacs, Fiji sularında sarı dudaklı deniz krait yılanını yakalıyor. Bu yılanın zehri, avı olan güçlü ve hızlı yılan balığını paralize ederek kaçmaktan alıkoyuyor.
Hayvan zehirlerini bir sağaltım yoluna dönüştürme bilimi, 1960’larda, İngiliz klinik tedavi uzmanı Hugh Alistair Reid’in Malezya engereği zehrinin derin ven trombozu (bacak toplardamarında pıhtılaşma) durumlarında kullanılabileceğini önermesiyle başladı. Reid, yılanın toksinlerinden biri olan ancrod isimli proteinin, fibrin proteinini kandan çekerek pıhtılaşmayı önlediğini keşfetmişti. Engerek zehrinden elde edilen pıhtı çözücü ilaç Arvin, Avrupa’daki hastanelere 1968 yılında ulaştı. Bugün Arvin’in yerini yılan zehrinden yapılan pıhtılaşmayı önleyen başka maddeler almış durumda.
Günümüzde yüksek tansiyona karşı yaygın kullanımda olan ACE (anjiyotensin dönüştürücü enzim) inhibitörü ilaç sınıfıysa 1970’lerde Brezilya engereğinin zehrinden geliştirildi. Araştırmacılar, bu yılanlar tarafından sokulan muz bahçesi çalışanlarının tansiyonlarının düşerek bayılma nedenlerini araştırmaya başlamış, daha sonra zehirde basınç düşürücü önemli bir bileşeni ortaya çıkarmıştı. Ancak ilaç şirketi yöneticilerini, yılanın dişlerinden gelen bir maddenin insan hayatını kurtaracağı konusunda ikna etmeleri gerekti. Ayrıca zehrin bir hapın içine koyulup hastalara verilmesi imkânsızdı. Yararlı bileşenlerinin moleküler düzeyde ayarlanması, boyutunun değiştirilmesi ve insan sindirim sisteminin gücüyle başa çıkması için üzerinde oynanması gerekiyordu. Sonuçta sentetik versiyonlardan biri insan üzerinde denendi ve 1975’te ağızdan alınan ilk yüksek tansiyon ilacı Captopril kullanıma girdi. Öncülüğü Captopril tarafından yapılan ACE inhibitörü sınıfı ilaçlar günümüzde tüm dünyada on milyonlarca insanın tedavisinde kullanılıyor, satışları milyarlarca dolara ulaşıyor...
Moleküler biyoloji gibi alanlarda yaşanan gelişmeler, uzmanlara zehirleri ve hedeflerini anlama konusunda daha iyi yollar sunmaya devam ediyor. Bir zamanlar, şansa bel bağlamış durumda olan ilaç şirketleri zehrin etkilerini saptamak için binlerce bileşeni incelerken, günümüzün Toksin Tasarlayıcılığı gibi ileri teknoloji seçenekleri daha kesin ayrıntılar veriyor, spesifik moleküler kilitlere oturan tıbbi anahtarları şekillendirmeyi kolaylaştırıyor. Bu da, kahverengi yılanın zehrinden elde edilen kanamayı durdurucu bir spreyin yakın gelecekte kaza yerlerinde yaşam kurtaracağı ve mamba yılanındaki bir peptidin bir gün kalp hastalığını tedavi edeceği anlamına geliyor.
Pasifik resifinde taş balığını görmek zor ama ondan uzak durmak önemli. Sırtındaki dikenlerden çıkan zehir öldürmese de acısı öyle büyük ki, kendinizi etkilenen kol ya da bacağın kesilmesi için yalvarırken bulmanız mümkün.
Hayvan zehrinin tıbbi gücü Zoltan Takacs’ın yinelemekten bıkmadığı gibi “akıllara durgunluk verici.” Ancak bu gücün kaynaklarını, toksinlerin sunduğu bu olanakları tanımlayabilme hızımızdan daha çabuk kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Yılanlar, dünyanın farklı köşelerinde farklı yaşam şekillerine uyum sağlarken aynı zamanda birbirlerinden çok farklı zehirleri de evrimleştirdiler. Ama diğer birçok hayvan gibi yılanların da sayısı giderek azalıyor. Okyanuslar da baskı altında; kimyasal yapılarının değişmesi koni kabuklu salyangozdan ahtapota kadar umut vaat eden zehir kaynaklarının yok olmasına yol açabilir.
Takacs, “Yeryüzündeki biyolojik çeşitliliği koruyarak moleküler biyolojik çeşitliliğin değerini çok daha iyi anlayabiliriz,” diyor. Bu da korumacılık alanında verilen kararlarda doğanın en ölümcül zehirlerindeki molekülleri gündemde üst sıralara oturtacak. Ve böylece çok hayat kurtulacak.
*Jennifer S. Holland’ın kaleme aldığı, Mattias Klum’un objektitifinden kareler içeren ‘Şifalı Zehir’ adlı yazının tümünü National Geographic’in Şubat 2013 sayısında okuyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder